Ormanlar gözyaşıyla sönmüyor…
Orman yangınında yitirdiğimiz 10 Ateş kahramanımızı göz yaşlarıyla uğurladık…Ekranlardan yüzlerce derecelik alevlere karşı mücadele eden, dumandan etkilenen orman işçilerinin suya kavuşma anları ve nefes almakta nasıl zorlandıklarını dehşetle izledik…Yanan ağaçların feryatları, hayvanların çığlıkları yüreklerimizi sızlattı…Hemen her günde bir başka farklı noktadan benzer görüntüler geliyor maalesef…Yani klimalı evlerde, mekanlarda, gölgelik yerlerde Afrika sıcaklarından bunaldık, piştik diye yakındığımız şu günlerde yeşil vatanda tam anlamıyla bir can pazarı yaşanıyor. Ama bunlara rağmen hala neyi konuşuyor tartışıyoruz? Orman yangınlarına müdahalede yetersizlik, ihmal var mı, neden söndürülemiyor?… Elbette bu tartışılmalı, 30-40 yıldır da tartışılıyor nitekim. Her yangında da aynı söylemler ve tezler yinelenerek. En başta da yangın uçağı varlığı, yokluğu ya da eksikliği veya helikopterle kıyaslamalardan başlayarak…Ancak aslolan ormanların korunması, yangınların çıkmasını engellemek denildiğinde o hep öteleniyor nedense…Evet, kuraklık, aşırı sıcaklar, rüzgar gibi hava koşulları da bu son yangınlarda ciddi etken ve dünyanın birçok yerinde de yangınlar oldu, oluyor denilse de ülkemizdekilerin çıkış nedenlerine baktığımızda yüzde 90’dan fazlasının insan kaynaklı olduğu görülüyor. İhmal ve dikkatsizlik, daha doğrusu sorumsuzluk da en başta geleni…Dolayısıyla orman yangınlarına karşı ne kadar başarılı müdahale yapılsa da aslında kaynağı, bataklığı kurutmamış oluyoruz… Mesela ekranlarda çok sayıda akademisyen, yangın uzmanı çözüm için ne dedi, diyor? Sıcaklığın aşırı yükseldiği, nemin düştüğü yaz aylarında ormanlara giriş yasaklansın…Hatta bu konuda ABD ve Avrupa ülkelerinden örnekler de verdiler. Doğru, ama bu hassasiyet bizde de kritik bölgelerde uygulanıyor, Valiliklerce duyuruluyor zaten…Sıkıntı kararda değil, kimin ne ölçüde riayet ettiğiyle bağlantılı bir durum. Kararı alan mercii, kolluk kuvvetleriyle bunu denetlemesi lazım denilebilir belki ama ülkenin yüzde 30’unun orman alanı gerçekliğinde bu düşüncenin ne kadar zor bir matematik sorusu olduğu açık. Nerede kimi, nasıl görevlendireceksin…Kaldı ki sabotaj ve rant uğruna çıkarılan yangınlar, hainlikler var ayrıca…O konuda da her daim teyakkuz durumu geçerli. Çok konuşulan, tartışılan bir başka konu da mangal meselesi… Ne dersen de bu saplantıdan, vazgeçmiyor insanlar… Ormanlık yerde mangalın, cam şişe atıklarının ne işi var diye üstüne alınmıyor hiç kimse. Dolayısıyla öncelikle herkesin, bu konularda hem kendisini sorgulaması hem de çevresini denetlemesi doğrudan vatan sevgisinin gereği aslında… Vatanseverlik, sadece milletini, milliyetini sevmek değil, ülkesinin insanlarını, dağını, taşını, toprağını, ağacını, bütün canlılarını, köyünü, yolunu, atalarını, yerin altında yatan şehidini, sevmek ve korumaktır zira… Yine yangınları anında belirleme, erken müdahale ve süreç yönetimiyle ilgili bazı eleştiriler söz konusu. Bunlara karşı Orman Genel Müdürlüğü web sitesinde ise şu bilgiler yer alıyor: “2002 yılında 73 ton olan su atma kapasitemiz, 2025 itibarıyla 27 uçak ve 105 helikopterle 438 tona ulaştı. 14 aktif İHA ile Avrupa’da ilk, dünyada ise 2’nci İHA kullanan ülkeyiz.84’ü akıllı 776 gözetleme kulemiz ile ormanlarımızı 24 saat izliyoruz. 25 bin personel ve 131 bin gönüllümüzle yangınlara karşı 7/24 cansiperane mücadele ediyoruz.” Yani, havadan, karadan yangınlara müdahale imkân ve kabiliyeti sürekli geliştiriliyor, İHA’larla ormanlar izleniyor, yangın çıktığında anında söndürme faaliyetlerinin koordinasyonu yapılıyor. Ancak bu noktada kırsal olarak tanımlanan ziraat alanları ve meralardaki yangınlara müdahale konusunda belediyelerin yeterince sorumluluk üslenmediği ve iş yükünün Orman Genel Müdürlüğü’ne düştüğü iddiaları var bir de. Şu ana kadar çıkan yangınların yüzde 58’i kırsal alanda yüzde 42’si ormanda olduğu dikkate alındığında meselenin ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor. Hal böyle olunca da yeni düzenlemeler kaçınılmaz görünüyor… Yoksa gözyaşıyla orman yangınları sönmüyor…Yaşanan acılarla da yüreklerdeki kor daha da alevleniyor…